ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

11 Temmuz 2011 Pazartesi







http://organikersag.blogspot.com.tr/
Thrak kabileleri ve Frigler önceleri Hellespontos ve Propontis (Denizi) kıyıları ile İda Dağı (Kaz Dağı) etrafında, birbirine yakın fakat ayrı ayrı bölgelere yerleşmişlerdir Bu kabileler hakkında Strabon şu bilgiyi verir; “Bithnyalılar ile Trioyalılar ve Mysialılar hatta Kyzikos dolaylarındaki Dolionlar ve Mygdoialılar ve Troialılar arasındaki sınırı belirtmek zordur ve her kabilenin diğerinden ayrı olduğu gerçeği kabul edilmiştir. Ancak arasındaki sınırları belirtmek zordur.” Strabon Mysialıların önce Olympos Dağı civarında yaşadıklarını, daha sonra ise Thrakia’dan gelen Frigyalıların Troia ve çevresini ele geçirmeleri Propontis’in güney kıyılarına yayılmaları üzerine Kaikos Irmağı (Bakırçay) kaynağının üst tarafına göç ettiklerini yazar. Bir süre sonra Frigler de Askania Gölü (İznik Gölü) kıyıları ile Sangarios (Sakarya) Irmağı Vadisi’ne doğru yayıldıklarını ifade eder. Homeros, Troia savaşları sırasında Friglerin efsanevi kahramanı olarak geçen Mygdon’un boyu Mygdonların Askania Gölü ve Sangarios Irmağı çevresinde yaşadıklarını bildirir. MÖ.7. yüzyılın ilk çeyreği içinde Kimmerlerin saldırılarına karşı koyamayan Frigya Devleti yıkıldı.
MÖ. 547 yılında Lydia Krallığı’nın başkenti Sardeis’in hiç beklenmedik bir zamanda Pers ordularının eline geçmesi tüm Ön Asya ve özellikle Yunan dünyasında adeta bir şok etkisi yarattı. Böylece tüm Anadolu Perslerin egemenliği altına girdi. Büyük Kyros’un yerine, daha sağlığında veliaht yaptığı, büyük oğlu II.Kambyses (Persçe Kambuzya) geçti (MÖ. 529-522). Pers imparatorluğunda Kambyses’in ölümünden sonra karışıklıklar idari yapıda çatlaklar meydana gelmişti.
Ancak, üstün nitelikli devlet adamı Darius bu durumun aksayan yönlerini derhal gördü ve imparatorluğu ayakta tutacak idari reformları zaman geçirmeden uygulamaya başladı. İmparatorluğun topraklarını yeniden, sayıları zamanla değişen, ancak çoğunlukla 20’den aşağı düşmeyen, yönetim bölgelerine yani satraplıklara ayırdı. Bu satraplıklardan biriside Sakarya’nın da içinde bulunduğu “Daskyleian Satraplığı”dır. Frigler, Anadolu Thrakları, Paflagonlar, Mariandynler ve Kappadoklar yani Anadolu’nun tüm kuzey kıyısı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nin güney kıyılarındaki Yunan kentleri, iç kesimdeki Phrygia ile Kappadokia da bu satraplığa bağlıydılar. Daha sonraları bu çok büyük satraplık “Hellespontos Phrygia”, “Büyük Phrygia” ve “Katpatuka” (Kappadokia) satraplıkları olmak üzere üçe ayrıldı.
Bithynia prenslerinden Botiras’ın oğlu Bas, (MÖ.377-327) İskender’in Hellespontos Phrygia’sına satrap olarak atadığı Kalas’ı Bithynia topraklarında yenerek ülkesinin bütünlüğünü sağladı. Böylece, bağımsız Bithynia Krallığı’nın kuruluşu kesinlik kazandı. Bas’ın oğlu Zipoites (Krallığı: MÖ.327-279) İskender ardıllarından komutan-kral Lysimakhos’u yenmiş, Nikaia/İznik bölgesini ele geçirmiş ve Kral sanını takınmıştır. Zipoites’in oğlu olan I.Nikomedes, ülkede bütünlüğü sağlayarak, körfez sonunda kendi adı ile isimlendirilen Nikomedia (İzmit) kentini (MÖ.264) kurmuş ve bunu Nikea ve Prusa kentleri takip etmiştir. Hellenistik Çağ Bithynia Krallığı’nın tarihçesi bu gelişmelerle başlar ve MÖ. 74 yılına, krallık ülkesinin Roma Cumhuriyeti ülkesine katılışına kadar sürer. Bithynia toprakları IV. Nikomedes (MÖ.94-74) zamanında, MÖ.88 yılında Pontos Kralı Mithradates tarafından işgal edildi. Ancak Roma diktatörü Sula tarafından bu işgale son verildi. MÖ.74 yılında ölen kral IV. Nikomedes, vasiyetnamesinde Bithynia’yı Roma’ya bıraktı.
Roma Dönemi’ne ait bölgemizde birçok yerde köy yerleşimlerinin olduğu tespit edilmiştir. Merkez, Beşevler Köyü’nde yapılan kazıda, Roma Dönemi Lahit Mezar içerisinden bir adet cam şişe ve sitrigilis (Sporcuların vücutlarına sürülen yağı temizlemekte kullanılan metal alet) ve pişmiş toprak şişeler bulunmuştur. Merkez, Akarca Köyü Roma Dönemi Nekropol’de (Mezarlıkta) gerçekleştirilen kazı çalışmalarında elde edilen buluntular İzmit Müzesi’ndedir. Ayrıca Meşeli Köyü Mezarlığı kenarında yapılan kaçak kazıda açığa çıkartılan Lahit Mezar Sakarya Müzesi bahçesinde teşhir edilmektedir. İkizce Osmaniye Köyü’nde Roma Dönemi Mezarlığı bulunmaktadır. Adliye Köyü kum ocakları mevkiinden çıkarılan ve Yücel Öner’e ait özel koleksiyonda bulunan üzeri yüksek kabartmalı mermerden yapılmış Mezar Steli Roma Dönemi’ne aittir. Adapazarı. Merkez Maltepe Mahallesi’nde Roma Dönemi sandık mezarları ile birlikte daha geç döneme ait kiremit mezarlara rastlanmıştır.

Geyve İlçesi Saray Köyü, Köyiçi mevkiinde, ev ve samanlıklar altında kalan, düzgün yontma taşlarla yapılmış temel kalıntıları mevcuttur. Sarayköy Camii’nin avlusunda yer alan musalla taşı Roma Mezar Anıtı’nın bir parçasıdır. Bozören Köyü’nde bazı evlerin duvarlarında, yazıtlı yazıtsız mezar taşları ve sunaklara ait taşlar kullanılmıştır. Yine Pamukova İlçesi, Hayrettin Köyü, Menete mevkiinde ve Akçakaya Köyü’nde anıtmezar kalıntıları, Akçakaya Köyü’nün güney taraf eteklerinde mimari temel kalıntıları, kayaya oyularak yapılmış mezarlar, yazıtlı mezar taşarı, sunaklar, mozaik kalıntısı tespit edilmiştir ve Roma Dönemi sikkeleri bulunmuştur. Roma Dönemi’ne ait Pamukova İlçesi’nin değişik bölgelerinden toplanan Mezar Stelleri ile Taraklı İlçesi, Hark, Hacıyakup ve Duman köyünden getirilen Steller ve Sunaklar Sakarya Müzesi’nde teşhir edilmektedir.
VI.yüzyılda Bizans imparatoru I.Justinianus (527-565) döneminde Sakarya Bölgesi’nde önemli bayındırlık çabaları görüldü. Adapazarı Merkez, Beşköprü mevkiinde bulunan ve Bizans İmparatoru Justinianus (527-565) tarafından M.S.558-560 yıllarında yaptırılan Justinianus Köprüsü (Beşköprü), Erken Bizans Dönemi’nden günümüzü sağlam olarak gelebilmiş Anadolu’daki en görkemli ve önemli anıtsal yapılarından biridir. Sapanca Gölü’nün sularını Sakarya Nehrine boşaltan Çark Deresi (Melas) üzerindeki bu taş köprü, 430 m. uzunluğunda, 9,85 m. genişliğinde olup, 12 kemerlidir. Yine Bizans Dönemi’ne ait köprü kalıntıları Alifuatpaşa Beldesi, II.Bayezıt Köprüsü’nün kuzey tarafındaki adacık içerisinde yıkılmış durumdaki köprü kalıntıları bugünde varlığını sürdürmektedir.
XI. yüzyılın başlarında 1015 ile 1021 yılları arasındaki Kafkasya’dan Anadolu’ya keşif harekâtı olarak yapılan ilk akınları Çağrı Bey gerçekleştirmiştir. Anadolu’nun fethi amacıyla girişilen esas akınlar ise, 23 Mayıs 1040 tarihindeki Dandanakan Zaferi’nden sonra kurulan Selçuklu Devleti’nin hükümdarı Tuğrul Bey’in öncülüğünde 1048’den 1055 yılına kadar aralıklarla devam edildi ve bundan sonra da her yıl akınlar sürdü. Alpaslan da Çağrı ve Tuğrul Beyler gibi batıdaki genişleme siyasetine devam etti. 1064’de Ani ve Kars kalelerini ele geçirdi. Komutanlarından bazılarını Anadolu’ya akınlar yapmaları için görevlendirdi. Bu akınlar zamanla Urfa ve Antakya yoluyla Malatya’ya kadar genişledi.

Hatta zaman zaman Sakarya Irmağı’na kadar uzadı. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, Bizans savunma hattını yıkarken, Anadolu’nun kapılarını da Türklere açıyordu.
1073/1074’de, Bizans İmparatorluğu olağanüstü günler geçirirken, Bizans Ordusunda paralı askerlerin Frank komutanı Roussel de Bailleul ayaklandı ve Anadolu şehirlerini ele geçirmeye başladı. VII. Mihail bu durumu önlemek üzere amcası Ioannis Dukas’ı, Roussel’in üzerine gönderdi. Sakarya’nın aşağı kolu üzerindeki Zompi Köprüsü’nde, ayaklanan Roussel kuvvetlerine karşı yenildi. Ele avuca sığmayan asiler, Sakarya Nehri’ni takiben, kuzeye doğru yöneldiler. Niyetleri Bithynia üzerinden ilerlemek ve başkenti ele geçirmekti. Bu sırada Selçuklu komutanlarından Artuk Bey de ordusu ile Roussel karşı harekete geçti ve onu Nikomedia/İzmit’e doğru çekilmek zorunda bıraktı. Artuk Bey, süratli hareket ederek aniden Sophon’daki Frank Ordugâhını bastı. Asi askerler dağıldı. Attaleiates’e bakılırsa 100.000’den fazla Türk bu savaş dolayısıyla İzmit’ten Üsküdar’a kadar olan sahaya yayılmıştı. Yani Roussel Olayı/ Roussel -Artuk Savaşı’ndan dolayı ilk defa Selçuklu (Türk) komutanı olan Artuk Bey, Sakarya çevresinde görülmüştür.
Nikeia, Ascania Gölü kenarında, tarihi bir şehirdi. Mekece ile Sakarya bağlantısı vardı. Ayrıca, doğuya giden yollar buradan devam ediyordu, Selçuklular, “Roussel Olayı” nedeni ile Nikeia çevresinde görülmüşlerdi. İki yıl sonra, 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah, İstanbul’un hemen yanında büyük ve tarihi bir Bizans kenti olup, sağlam surlara sahip bulunan Nikeia’yı (İznik’i) fethetti. Süleyman Şah burasını temellerini atmakta olduğu Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti yapmak sureti ile devletini kurdu. Ancak Anadolu Selçuklu Devleti fiilen, Büyük Selçuklu İmparatoru Sultan Melikşah’ın ölümü (1092) ile meydana gelen iktidar boşluğu üzerine, İznik şehrinde Süleyman Şah’ın oğlu Kılıç Arslan tarafından kurulmuştur. Yani Kılıç Arslan’ın idaresinde “Anadolu Selçuklu Devleti” bağımsız bir devlet kimliği kazandı.
Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1081’de, Bithynia’daki fetihleri, Bizans aleyhine sürdürdü. Böylece, Sakarya nehrinin doğusundaki yarımadada Türk askerleri görüldü. Sakarya bölgesinde Bizans hâkimiyeti döneminde Maryandenos toplumu yaşamaktaydı. Türkler, Alexius Kommenos devrinden itibaren Sakarya vadisine kadar ilerleyip bölgeye akınlar düzenledi. Bu akınlar yerleşimden ziyade Bizans topraklarından ganimet elde etme amacı ile gerçekleşiyordu. Komnenos, savaşarak Selçukluları yalnızca İstanbul Boğazından ve denize komşu bölgelerden çok uzağa sürmekle kalmadı. Onları tüm Thynia (Sakarya’nın kuzey-batısı Kefken Kandıra dolayları) ile Bithynia’nın sınırlarından ve Nikomedia dolaylarından sürüp uzaklaştırarak, Süleyman Şah’ı barış yapmak zorunda bıraktı.
Kayıların bir kısmı Süleyman Şah’ın oğullarından biri olan Ertuğrul Bey ile batıya göç ederler. Ertuğrul Bey önderliğinde Kayılar, XIII. yüzyılın ilk yarısında I.Alaaddin Keykubad (1219-1236) zamanında önce Ankara’nın batısındaki Karacadağ çevresinde yaylar-kışlar, sonra Selçukluların da onayı ile sınır boylarına (uc’a) Bithynia’nın Aşağı Sakarya boylarında Söğüt, Domaniç ve Ermeni Derbendi taraflarına yerleşir. Ertuğrul Bey 1281 yılında 93 yaşında vefat edip Söğüt’te defnedildikten sonra, üç oğlunun en küçüğü olan Osman Bey, Selçuklu Sultanı’na bağlı bir uç beyi olarak ittifakla Kayı boyunun başına getirildi. Osmanlıların beylikten devlete geçiş süreci sırasında, Bizans İmparatorluğunun ani bir çöküşü ile Laskarisler (1204) ve Palaioloslar (1261) devletleri kuruldu. Ancak Bithynia bölgesindeki (Bursa, Bilecik ve İzmit civarındaki) idarenin başıbozuk ve bu bölgedeki Rum Beylerinin İstanbul ile ilişkilerinin zayıf olması, Osman Bey’i harekete geçirdi. Osman Bey ve silah arkadaşları Samsa Çavuş, Akça Koca, Aygıt Alp, Gazi Abdurrahman, Kara Mürsel gibi üstün yetenekli komutanlarıyla sınır boylarındaki Bizans’a ait yerleri bir bir topraklarına katmağa başladı.
Ertuğrul Bey ile birlikte gelen Samsa Çavuş ve Sülemiş de yakın yerlerde kabilesini iskân etmiş ise de, yöredeki Bizanslı beylerin en güçlüsü olan İnegöl Tekfuru, Osman Bey’in kumandanlarından Samsa Çavuş’u yenerek, onu Mudurnu yöresine çekilmeğe zorlar. Osman Bey, Samsa Çavuş’un yardımına koştu; ancak o da başarılı olamadı ve kardeşi Sarubatı’nın oğlu Bay Hoca’yı şehit verir. Samsa Çavuş Tekfurun baskısı yüzünden daha güzel ve yaşama şartları açısından daha uygun olan Mudurnu taraflarına yerleşir. Burası, Sakarya’nın güneydoğusunda ormanlık ve aynı zamanda bozkır arazi yapısına sahip bir yerdir. Bundan sonra yine İnegöl Beyi ve müttefiki olan Karacahisar Beyi ile Domaniç civarında savaşan Osman Bey, bu defa da kardeşlerinden Sarubatı’yı (diğer bir rivayete göre Gündüz Alp’i) kaybettiyse de savaşı kazandı (1288).
Osman Bey, alpleri ve Köse Mihal’in yardımları ile Mudurnu taraflarına akın başlattı. Bu akınları Şehzade Orhan ile tecrübeli komutanlar Konur Alp, Akça Koca ve Abdurrahman Gazi sürdürdü. Osman Bey, Sakarya bölgesi civarında, önce “Mekece Kalesi” ve sonra Konur Alp, Akça Koca ve Orhan Karaçebiş ile “Alp Suyu Kalesi”ni aldılar. Bir müddet sonra, bu kaleleri üs yaparak Sakarya ovasına indiler. Yani 1313’de Lefke (Osmaneli), Mekece, Geyve, Akhisar (Pamukova) ve Gölpazarı yöresindeki kaleler ele geçirildi. Akhisar’ın alınmasıyla birlikte, Geyve Boğazı ve Sakarya Nehri’nin akış istikametine yani kuzeye doğru ilerleme kolaylaştı. Osman Bey, 1320’de hastalanarak, beylik yönetimini oğlu Orhan Bey’e bıraktı. Orhan Bey 1321’de Mudanya’yı aldıktan sonra Karadeniz’e doğru uzanan bölgenin de ele geçirilmesi görevini Konur Alp’e verdi. 1323’de Konur Alp, Akyazı, Hendek ve Tuz Bazarı/Düzce’yi ele geçirdi Akça Koca da

Akova’daki etkinliklerini artırdı. Akça Koca, daha sonra Kandıra kasabasını ele geçirdi. Konur Alp de Bolu çevresindeki fetihlerini sürdürdü. 1323 yılında Osmanlı Devleti’nin sınırı kuzeyde Karadeniz’e kadar ulaştı. Aynı yıl, Sapanca Gölü’nün batı tarafında bulunan Ayan Köyü, Akça Koca tarafından zapt edildi. Akça Koca 1324’de Sapanca Gölü ile bugünkü Adapazarı yöresini Osmanlı Devleti’ne kazandırdı. Osmanlılar fetihlerden sonra adil davranarak yerli halkları kendi taraflarına kazanmışlar; onlar da ya Müslüman olmuşlar yahut eski dinlerinde kalarak Osmanlılarla işbirliği yapmışlardır.
Adapazarı, 26 Mart 1921 günü İzmit ve yöresini de işgal altında bulunduran XI. Yunan Tümeni tarafından işgal edilir. Sakarya Bölge Komutanlığı’nın görevlendirdiği üç baskın kolu kısa bir çarpışmayı takiben 21 Haziran 1921 sabahı saat 04.00’da Adapazarı’na girer. Taşkısığı yönünden Adapazarı’na ilk giren Halit Molla ve Kazım Kaptan kuvvetleridir. Halit Molla derhal şehrin güvenliğinin sağlanmasıyla ilgili ilk tedbirleri alır, kurtuluştan sonraki ilk sabah ezanını da kendisi okur. Kazım Kaptan ise hükümet konağına Türk bayrağını çeker, ayrıca şehrin güvenliğinin sağlanmasıyla meşgul olur. Aynı sabah 07.30’da bir süvari bölüğümüz Sapanca’ya girer, bir taraftan da İzmit yönünde çekilen düşmanın izlenmesine devam eder. Bu yöndeki harekât da nihayet Sakarya Bölge Komutanlığı emrindeki süvari birliğinin 28 Haziran 1921 sabahı İzmit’e girmesi ve Yunan işgalinden kurtarılması ile sonuçlanır. Kolordu’nun 21-29 Haziran 1921 tarihleri arasında Adapazarı ve İzmit yöresindeki harekatı sırasında verdiği kayıplar; 1 subay ve 74 er şehit, 9 subay ve 180 er yaralı olarak kayıtlara geçer. Buna karşılık Yunanlıların kayıpları ise 3 subay ve 34 er ölü, 2 subay ve 84 er yaralı biçimindedir. Kurtuluşu takiben Adapazarı halkı adına Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na Belediye Reis Vekili Mustafa imzasıyla bir şükran telgrafı çekilir, telgrafın metni meclisin 4 Temmuz 1921 tarihli toplantısında okunur.
Sakarya İl sınırları içerisinde, bu güne kadar yapılan, yüzey araştırması ve kurtarma kazılarından Karapürçek İlçesi Teketaban Köyü köyiçi mevkiindeki tümülüs kazısında, ahşap mezar yapısı olduğu tespit edilmiştir. Bu özellik Frig dönemi tümülüslerinin bir özelliğidir. İlimizde birçok tümülüs mezar bulunmaktadır. Karapürçek-Teketaban, Hendek-Sivritepe, Yağbasan, Karaçökek, Kaynarca-Topçu Köyü, Kırktepeler Köyü tümülüsleri bunlardan birkaçıdır. Adapazarı Merkez, Küçük Esence (Küçük Tersiye) Köyünün Tepecik mevkiinde, tonozla örtülü, Dramoslu tümülüsten; Altın diadem parçaları, Gümüş eserler ve pişmiş toprak kaplar bulunmuştur. Ak Ova’nın hemen ortasında münferit bir tepe olan Şıra Tepe’nin (Antik Tersia Şehri) kuzeydoğu eteğinde bulunan bu tümülüs M.Ö. I.yüzyıla aittir. 1958 yılında açığa çıkartılan tümülüsten ele geçirilen eserler İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir. Bu tümülüsün bağlı olması gereken iskân yeri, yakınındaki Tersia Şehri olmalıdır. Bithynia’nın en güzel ve verimli ovası olan bu mıntıka Geç Antik Çağda Regio Tersia 
Serdivan ilçesi, Beşköprü mevkiinde, D-100 (E-5) karayolunun 250 m. kuzeyinde, Sapanca Gölü’nün sularını Sakarya Nehrine boşaltan Çark Deresi (Melas) üzerinde yer alan köprü erken Bizans döneminin Anadolu’daki en görkemli anıtsal yapılarındandır. Bizans İmparatoru Justinianus (527-565) tarafından M.S.558-560 yıllarında yaptırılan Erken Bizans Dönemi’nden günümüzü sağlam olarak gelebilmiş olan bu taş köprü, 384,30 m. uzunluğunda, 9,85 m. genişliğinde olup, 12 kemerlidir. Batı ucunda tak izi, doğu ucunda apsisli yapı ve köprü ile ilgili tonozlu yapı kalıntıları bulunmaktadır. Adapazarı güneybatı yakınında, daha doğrusu kentin o yanda hemen bitişiğinde bulunan, Justinianus dönemi yapıtı çok görkemli köprüye önceleri Latince Pons (Köprü) deniyordu ve köprünün kendine özgü başka bir adı yoktu. Sonradan, Pons’un Latincede “köprü” demek olduğunu bilmeyen Rumlaşmış halk, bu sözcüğü bir öz ad olarak algılayıp köprüyü, “Pons Köprüsü” anlamında Pontogephyra diye anmaya başladı; daha da geç dönemde, o ad Pentegephyra’ya (Beşköprü’ye) dönüştü. Oysa köprü şu veya bu biçimde beş parçalı olmadığı gibi, beş kemerli de değildir (oniki büyük kemerlidir). Karayolları Genel Müdürlüğü’nce 1995 yılında onarılan köprünün taşıt trafiğine kapatılmış ve köprünün her iki ucuna üçer basamak yapılmıştır.
Alifuatpaşa kazasını Geyve ilçesine bağlayan kısımda, Sakarya Nehri üzerinde büyük kesme taşlardan yapılmış bir köprüdür. Kitabesinde, “Bu köprü tarihte devir açan Fatih’in oğlu II.Bayezıd tarafından H. 901 M. 1495 yılında yaptırılmıştır” ifadesi Türkçe olarak yer almaktadır. Köprünün Alifuatpaşa kısmında dokuz küçük kemer bulunmaktadır. Köprünün tam orta altında lahit biçiminde büyük ayak ve sağ yanında iki büyük kemer, ayağın diğer tarafında da büyük bir kemer bulunmaktadır. İkinci Bayezıt’ın mimar ve mühendisi Fakir Abdullah tarafından tasarlanan on dört ayak üzerine 198 m. boyunda 7,5 m. eninde kemerli kesme taş köprünün ayaklarından dördü Sakarya Nehri üzerindedir. Esas kitabe köprünün Geyve tarafında kalan mihrabın arka cephesindedir. Geyve II. Bayezid Köprüsü tarih köşkünün bir önemi de 1495/96 (Hicri 901) yılını veren kitabenin çerçevesinde yer alan hatayi üslubundaki süslemedir. XV. yüzyılın sonunda belirli bir tarihte Türk süsleme sanatındaki tercihler ve yönelişler bu eserle sergilenmiştir. 0,10 m. genişliğindeki çerçeve kuşağında, rumili ve şakayık süslemeli kıvrımlı birer dalla verilen süsleme, şakayık süslemeli XV. yüzyılın ilk yarısındaki bir geleneği sürdürürken, genel görünüşü ile dönemin süsleme anlayışını yansıtır. Cumhuriyet dönemi de ana köprünün altına çelik iskelet konarak köprü önceki yıllarda iki kez restore edilmiştir. Yine Bizans Dönemi’ne ait köprü kalıntıları II.Bayezıd Köprüsü’nün kuzey tarafındaki adacık içerisinde yıkılmış durumdaki köprü kalıntıları bugünde varlığını sürdürmektedir.
Osmanlıların Anadolu’yu feth etmeleri sırasında Orhangazi’nin silah arkadaşı olan Konuralp, Akyazı’yı ve Sakarya’nın iki tarafındaki küçük kaleleri zaptettiği sırada ormanlık ve suluk olan bu yerlere bir miktar Türkmen iskân ederek şimdiki şehrin bulunduğu yerde bir köy kurulur. Bugün “Orhan Camiisi” diye anılan camiinin yerinde de “Orhan Bey” namına bir camii yapılır. Camii bugün, eski yapısından hiçbir iz taşımamaktadır. Sultan Hamid döneminin yüksek pencereli üslubuyla çatılı olarak yapılan camii, muhtemelen eski binasından daha büyüktür. Minarede üzerindeki 1316/1318 tarihi bu ikinci inşanın yılını göstermektedir. Günümüzdeki yeni bir yapı olan camii; Adapazarı’nın daha köy olduğu dönemde “Orhan Gazi” adına yaptırılmış ve zamanla yıkılınca yerine yine aynı adı taşıyan “Orhan Camii”, 1893-1894 yıllarında Adapazarı’nda kaymakamlık yapan Nüzhet Paşa’nın girişimi ve halkın yardımlarıyla inşa edilmiştir. Bankalar caddesinde bulunan Orhan Camii’nin çatısı ahşap olup, kiremit ile örtülüdür. Tek minaresi bulunmaktadır. 1967 depreminde yıkılan minare 1968 yılında “Akyazılı Ali Akyüz” adlı usta tarafından yeniden yapılsa da, 1999 depreminden sonra minare yeniden profil malzemeden yapılır. Camiinin bahçesinde üç şadırvan bulunmaktadır. En eskisi camiinin sol ön kısmında bulunanıdır. 
Bir ara bu şadırvan kalorifer kazanı olarak da kullanılmıştır. İkinci şadırvan camiinin sağ ön kısmında olanıdır. Yeşil mozaikle süslü olan bu şadırvan 1990 yılında yapılmıştır. Üçüncü ve son şadırvan da camii bahçesinin ana giriş kapısının sol tarafına düşmektedir. Şadırvan yuvarlak, çatısı yuvarlak ve köşelidir. Camiinin içinde orijinal olarak sade ve ahşap tavan göze çarpmaktadır. Tavan düz ve kubbesizdir. Onaltıgen bir daire mevcut olup, merkezden birbirine paralel girinti çizgileriyle süslenmiştir. Camiinin iç duvarlarında hiçbir (duvar üzerinde) süsleme olmaması dikkat çekici olup, cam çerçeveler içinde İslami yazı çeşitleri mevcuttur. Camii içinde bir sadelik göze çarpmaktadır. Mihrap kısmı çinilerle süslüdür. Dıştan, pencere üzerindeki, kemer şeklindeki taşlar da orijinaldir. Kısaca camiinin; Orhan Gazi’nin buyruğu ile 1323-1325 yıllarında yaptırıldığı, 1876 yılındaki deprem sonucu zarar gördüğü, sonradan büyültülerek bugünkü halini aldığı, 1943-1968-1999 depremlerinde büyük zarar gören camiinin, arka kısmının betonarme, minaresinin profilden yapılarak, halkımızın büyük yardımlarıyla, bugünkü biçimini alarak ibadete açıldığı girişindeki büyük kitabeden anlaşılmaktadır.
Orta Camii, Uzunçarşı’da Pirinç Pazarı ve Aynalı Kavak Çarşısı arasında, Aynalıgeçit (2. geçit)’te 60 numaradadır. Hayırsever Devoğlu Hacı Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır. İçten ahşap olan camii iki katlıdır. Camiinin altında ayakkabı dükkânları ve aktarlar bulunmaktadır. Çatısı da ahşap olup, kiremit ile örtülüdür. Camiinin giriş kapısı üzerindeki tabelada Orta Camii Hicri 1165 (Miladi 1752) tarihi göze çarpmaktadır. Camiinin yapı üslubu kâgir olup, dış cephe duvarları ahşap kaplamadır. Şu anki haliyle ibadete açık olan üst katı camiinin orijinal özelliğini yansıtmaktadır. Üst kat aynı zamanda asma bir kata sahiptir. Bu asma kat kadınlar mahfeli olarak kullanılmaktadır. Üst katın ana bölümünü oluşturan cemaat mahfeli, müezzin mahfeli, mihrap ve ahşap olan tavan ve süslemeleri orijinalliğini korumaktadır. Adapazarı merkezdeki diğer iki camii gibi içi sadedir. Bu camiide de çerçeve içinde asılmış süsler bulunmaktadır. Altı dükkân olduğu için camiinin içi biraz basık kalmıştır. Camiinin tavanı beton olup, çok hafif bir kubbe havası verilmeye çalışılmıştır. Camii duvarlarının tavanla birleştiği yerlerde ahşap süslemeler göze çarpmaktadır. 1967 depreminden sonra, camii minaresi onarılarak metalle kaplanmıştır. 
Kömürpazarı Bankalar Caddesi üzerinde bulunan Ağa Camii’nin içinde de bir sadelik göze çarpmaktadır. Duvarları süslü olmayıp, çerçeveler içinde dini yazılar bulunmaktadır. Taş temel üzerine inşa edilen yapı kâgirdir. Adapazarı’ndaki küçük camiilerden biridir. İki kat biçiminde yapılmış ve minaresi sonradan eklenmiştir. 200 yıllık olduğu söylenen camiinin üstü çatılı olup, kiremit döşelidir ve kubbesi bulunmamaktadır. Camiinin ön bahçesinde bulunan şadırvan 2001 yılında yıkılmış, yerine arka bahçede yeni bir şadırvan yapılmıştır. Mihrabında aşırı süse kaçılmamış olup, çini süslemesine rastlanmamıştır. Yalnızca yağlı boya ile biraz şekil verilmiştir. Tavanı ahşap döşeme olup, tavan ortasındaki elips biçiminde ahşap süsleme ilgi çekicidir. Camiiyi yaptıranın kimliği ve yapılış tarihi ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak camii alanının önceden mezarlık olduğu, mezarlığın iptal edilerek yerine bu camiinin yapıldığı bilinmektedir. Ön bahçede tek kalan mezarın taşının incelenmesinden de anlaşılacağı üzere; söz konusu mezarda yatanın bir asker olduğu ve bayraktarlık yaptığı, adının Mustafa olduğu ve 1774 yılında şehit düştüğü ifade edilmektedir. Camii inşası da muhtemelen bu tarihten önceye tekabül etmektedir.
Adapazarı-Hendek karayolu üzerinde; sol tarafta Büyük Esence Köyü’ne girildiğinde, ana yoldan yaklaşık 3,5 km. uzaklıkta bulunmaktadır. Büyük Esence ve Küçük Esence köylerinin arasında bir tepenin ardında mezarlığın içinde bulunmaktadır. Tamamen ahşaptan yapılmış, tahtalar ve kerestelerin üzeri samanlı harçla örtülüdür. Dışta cephesi samanlı çamurla örtülüdür. Çok küçük bir camii olup, şadırvanı bulunmayıp, minaresi mevcuttur. İç alana yaklaşık 60-70 m²’dir. Caminin içi de ahşaptır. Hatta minber dahi ahşap olup, herhangi bir süslemesi yoktur. Basık olan binada, balkon mevcut olup, kubbe kullanılmamıştır. Çatı kiremit ile örtülüdür. Ön cephede duvara destek için tahtalar koruma amaçlı sonradan olarak ilave edilmiştir. Camii şu anda ibadete kapalıdır. Hemen yanına aynı isimle yapılan camii kullanıma açıktır.
Sapanca’ya 3 km. uzaklıktaki Mahmudiye Köyü’nde bulunan bu eser, Osmanlı Veziri Hasan Fehmi Paşa tarafından yaptırılmıştır. Camiinin yapı şekli taş-tuğla-ahşaptır ve içi çok güzel işlemelerle süslüdür. Camii girişindeki yeni Türkçe kitabede, “Hasan Fehmi Paşa Camii Y.Tarihi (1303) 1887” tarihi bulunmaktadır. Camiinin içine dört basamaklı bir merdivenden girilmektedir. Bahçesinde de eski bir şadırvan bulunmaktadır. Camiinin minaresi camii içinden yukarıya yükselmektedir. Camii balkonlu olup, üste tek merdivenle çıkılmaktadır. Camiiye ait kitabede şunlar yazılıdır: “Selamün aleyküm tıbtüm fedhüluhü halildîyn. (Zümer Süresi 73. Ayet) Selam (ve selâmet) size! Tertemiz geldiniz! Artık ebedî kalmak üzere girin buraya” denilir. Yan cephesinde sol tarafta altta ve üstte ikişer kemerli pencere, sağ tarafında üç büyük kemerli pencere bulunmaktadır. Camiinin mihrap tarafındaki duvarında üstte iki büyük kemerli pencere yer almaktadır. Çatısı kiremit ile örtülü olup, ahşap saçakları bulunmaktadır. Camiinin sahanlık kısmından, esas cemaat yerine geçerken, yine büyük bir kapı konmuş ve kapının her iki yanı demir kafeslerle örtülmüştür. Ayrıca orijinal bir avizesi bulunmaktadır. Camii içten kubbeli olup, orijinal süslemeleriyle ve bir büyük dört küçük orijinal avizesiyle dikkat çekmektedir. Camiinin içi tezyinat olarak oldukça zengindir. Yan duvarlardan kubbeye geçişte mukarnaslardan yararlanılmıştır. 17 Ağustos depreminde camiinin kubbeye geçiş kısmındaki süslemelerde bozulmalar, ayrıca ve özellikle balkon kısmında, tavanda önemli hasarlar meydana gelerek, tavan süslemelerini bozmuştur. Camiinin çoğu şeyi orijinal durumdadır. Camiinin toplam arsa alanı 2150m², iç alanı 250m²’dir. 1888 yılında ibadete açılmış olup, camii 500 kişiliktir.

1892 yılında Abdülmecit’in dördüncü karısı Peruste Rahime Sultan tarafından yaptırılan Sapanca Uzunkum’da, Uzunkum Köyü İlköğretim Okulu’nun hemen arkasında yer almaktadır. Yığma taş, tuğla mimari usulü yapılan binanın ön cephesinde kemerli pencereleri bulunmaktadır. 17 Ağustos depreminde zarar görmüş minaresi yıkılmış ve daha sonra yeniden yapılmıştır. Rahime Sultan Camii kubbelidir ve içi oymalarla süslü olup, günümüzde özgün yapısını koruyan sayılı camiilerdendir. Camii 1967 depreminden sonra onarım görmüştür. Ön cephede, orta pencerenin üzerinde Sultan Abdülmecit’in tuğrası bulunmaktadır. Camiinin minberi o dönemden kalma, orijinal yapıdadır. Camiinin içinde tezyinat bulunmamakta olup, çerçeveler içinde İslami yazılar göze çarpmaktadır. İçinde yer alan ön cephede yer karolarının orijinalliği de göze çarpmaktadır. Ayrıca avize ve balkonu da orijinaldir. Sahanlıkta Osmanlıca bir kitabe bulunmaktadır. Camiinin sol yanı mezarlıktır.

Kanuni Sultan Süleyman zamanında on beş sene sadrazamlık yapan eski Osmanlı vezirlerinden Rüstem Paşa’nın adını taşıyan camii, 1550-1560 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Mimar Sinan’ın, Sadrazam Rüstem Paşa için, Sapanca’da inşa ettiği camii, imaret, hamam ve kervansaraydan oluşan külliye, XVI.yüzyılın günümüze gelmeyen önemli eserlerindendir. Camii zamanla değişikliğe uğramış ve Rumi 1146’da ikinci defa inşa edilmiştir. Rüstempaşa Camii’nin üstü ahşap çatı ve kiremit ile örtülüdür. Camiinin yan cephesindeki yeni yazılı kitabede “Rüstempaşa Camii Yapım Tarihi 1554” ibaresi bulunmaktadır. Camiinin duvarları alçaktır. Kerpiç-ahşap karışımı bir binadır. Camiinin toplam arsa alanı 750 m² olup, iç alanı 250 m²’dir ve kapasitesi 1.200 kişidir.

Şeyhler’de yer alan en önemli tarihi eser bugünkü adıyla Büyük Kaynarca Köyü’nde yer alan Şeyh Muslihiddin Camii’dir. Nahiye’ye adını veren bu caminin yapımı Âhi teşkilatından Şeyh Muslihiddin tarafından XIV. yüzyılda yapılmıştır. Şeyh Muslihiddin Camisi yapı olarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, 1767 numaralı defterde yer alan H.902 (M.1486) tarihli Vakfiyede, Hacı Kıssahan namı ile şöhret bulan Muslihiddin Mustafa Bin Cüneyd tarafından yapıldığı, vakfiyede bahsedilen yapılardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Bugün Şeyh Muslihiddin Camisi olarak isimlendirilen yapı, vakfiyeye göre zaviyeli bir camidir. H.1236 (1820) tarihinde Kaymaslı Mehmed Ağa’nın cami için yaptırdığı çeşmenin kitabesindeki bilgi, yapının XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde tamir edildiği anlaşılmaktadır. Muhtemelen yeni caminin, okulların, köy öğretmeninin ve imamının evlerinin bulunduğu alanlarla birlikte, köylünün tarım alanları Kıssahan El-Hac Muslihuddin Mustafa bin Cüneyt vakfına aittir. Şeyh Musliddin Camii etrafında mezarlık (hazire), tarla ve dere bulunan bir arazi üzerinde yer almaktadır.

Taraklı İlçe merkezi Camii Ulucami Mahallesi’nde bulunan Yunus Paşa Camii’nin girişindeki Türkçe kitabede 1517 tarihini yer almaktadır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Vezir-i Âzamı Yunus Paşa tarafından 1517 yılında yaptırılan Yunus Paşa Camii, kubbesi kurşun kaplı olduğundan, halk arasında “Kurşunlu Camii” diye anılır. Camii kesme taşlardan kare bir plan üzerine inşa edilmiştir. Camiinin ön cephesindeki üç adet eyvan dört adet mermer sütunla desteklenmiştir. Eyvanların içi süslenmiş vaziyettedir. Ana giriş kapısının üzerinde, Arapça olarak ayet yazısı bulunmaktadır. Kitabede Râd Süresi 24. Ayet bulunmaktadır: “Selamün aleyküm bima sabertüm fenime ukbeddâr. Sabrettiğinize karşılık size selam olsun!”. Sahanlık bölümünün, sol yanından camiinin balkonuna çıkılmaktadır. Alt kısımda 10 adet hücre biçiminde penceresi bulunmaktadır. Bu pencerelere içten tahta kapılar takılmış. Üst kısımlarında 8 adet üstleri kemerli süslü, renkli camlı pencereleri vardır. Bahçesinde şadırvanı mevcut olup, camiinin sol yanında ve arka bahçesinde mezarlar vardır. Cephe duvarları, ince yontu küfeki taşından inşa edilmiş olup, yine küfeki taşından işlenmiş saçak kornişleri ile sonuçlanmaktadır. Camiinin toplam arsa alanı 1.265 m² ve iç alanı 144 m² olup, 180 kişilik kapasiteye sahiptir. Camiinin içindeki tüm hat yazıları Taraklılı merhum hattat hafız Saim Özel tarafından yazılmıştır.

İpek yolu üzerinde olan ve geçmişte kervanların konakladığı Hacı Atıf Hanı, Taraklı’da Ulucami Mahallesi’nde bulunmaktadır. Alt katlar dükkân, üst katlar otel olarak kullanıldığı han iki katlı ve “U” biçimindedir ve “U”nun açık kısmı kuzeye bakmaktadır. Temeli moloz taş üzerine hımışık duvar (ahşap ve çamur karışımı) olarak yapılmıştır. Ana giriş kapısının sağ tarafında bir, sol yanında iki büyük penceresi yer almaktadır. Binanın üstü de ahşap çatı olup, kiremitle örtülüdür. Sol tarafındaki bölümde, büyük bir hol bulunmaktadır. Üzeri balkon tarzında ve revaklarla düzenlenmiş, hanın üst katında odalar yer almaktadır. Orta bölümün üzeri yuvarlak ahşap kemerlerle dışa açılır. Kemerler Bağdadi tekniği ile yapılmıştır. Kemer biçimlerinden ve yapı elamanlarından, XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başına tarihlenir. Hanın doğu kanadı yıkılarak dükkân yapılmıştır. Batı kanadı ise eve dönüştürülmüştür. Üst kat odalarının tavan ve taban döşemeleri tamamen ahşaptır. Geleneksel konut açısından yörenin tek hanı olması yanı sıra Türk kültürünün misafir ağırlama geleneğinin yaşatılabileceği yöredeki son mekânı olan han şu anda kullanılamaz durumdadır. 1950-1965 yılları arasında postane olarak kullanılmıştır. Ancak Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de Taraklı’da bir handan söz edilmektedir. Muhtemelen yapının ikinci kez yaklaşık olarak günümüzden 200 yıl önce tekrar yapıldığı sanılmaktadır.




Zaviye, Başbakanlık Arşivi Genel Müdürlüğü, Maliyeden Müdevver ‘Bektaşi Zaviyeleri Defteri’nde [1827 tarihli Osmanlı İmparatorluğu topraklarında Bektaşi Tekkelerinin tespiti yapılan defterde] askeri kalemde yazılı olan zaviyeler bölümünde Geyve kazasında “Sinan Baba Bektaşi Zaviyesi” olarak varak 96’da kayıtlıdır. Haziresinde bulunan başta Hatip El-hac Ali Efendi (1128) ait “huseyni destarlı serpuşu” (Oniki dilimli başlığı) olan mezar taş(lar)ı da, Bektaşi tarikatının varlığının diğer bulgularıdır. Bu yapının zaviye olduğunun bir başka kanıtı, binanın güneydoğu köşesinde yer alan hazireye, bu dini ve toplumsal yapıda görev yapanların; Seyyid, hatip, hafız, molla unvanlı kişilerin gömülmeleri, yani mezarlarının bulunmasıdır.

XIII. yüzyılda Anadolu’da faaliyette bulunan Baba İlyas, Hacı Bektaş-ı Veli, Emirci Sutan, Dede Garkın ve Sarı Saltuk gibi oldukça nüfuzlu şeyhler bulunmaktaydı. Vilayetname’de Hacı Bektaş-ı Veli ile ilişkileri Menkıbevi şekilde anlatılan Hıdır Dede adı yer almaktadır. Yine Otman Baba menkıbenamesinde ve XV. yüzyılda yaşamış Şeyh Muhyiddin Çelebi’nin Divan’ında adları geçen Samit Abdal ve Hızır (Hıdır) Dede de o dönemde yaşayan dervişlerdir. Hıdır Dede’yle ilgili söylenceler ve şiirlerde de ise Karaca Ahmet’in oğlu olduğu belirtilmektedir. Ancak ilgili metinlerde Karaca Ahmet ve Hacı Bektaş Veli’nin yakın dostlarından Hıdır Dede her yerde karşımıza çıkmaktadır. Gerek Karaca Ahmet’in gerek Hıdır Dede’nin sinir hastalıklarının tedavisinde iyi bir ruh hekimi oldukları da bazı kayıtlarda verilmektedir ki, bu durum da bu iki ad arasındaki bağı göstermektedir.
Vilayetname’de anlatıldığına göre, Hacı Bektaş Veli halifelerine görevlerini bildirip nasiplerini verir. On iki hizmeti de dağıtır. Pirden nasip almak yeni bir hayatın başlangıcı, yeni bir seferin ilk adımıdır. Görev dağıtımı sırasında huzurda bulunmayan Hıdır Dede, Pirden kendisine bir görev verilmediğini anlayınca mahzunlaşır. Hacı Bektaş’ın neden hüzünlenirsin ya Hıdır deyince Hıdır Dede de “görürüm ki bana verilecek hizmet kalmamış ona üzülürüm” deyince Hacı Bektaş Veli gam çekme ya Hıdır. Sen bütün ocakların başısın. Benden düşen, eli kaypan sana gele. Ancak senden eli kaypanın da, dergâhında derdine derman olmaya” der. Karaca Ahmet Sultan’a ait türbenin Pamukova Paşalar Köyü’nde olması ve Vilayetname’de yer alan diğer eren ve evliyaların yakın coğrafya da yer almasından dolayı Taraklı Hıdır Tepe de yer alan bu kişinin Hızır/Hıdır Dede olmasını kuvvetlendirmektedir.

Pamukova-Paşalar Köyü, E-25 karayoluna 3 km. uzaklıkta, tarihi Paşalar Kalesi’nin güney eteğinde kurulur. Karaca Ahmet Sultan Türbesi ise, Paşalar Köyü hudutları içinde bulunan köy camii ile bitişik bir türbedir. Türbenin, Osmanlı İmparatorluğu padişahlarından I.Murat döneminde vezir-i azamlık ve kazaskerlik görevini yürüten Çandarlı (Cendereli) Kara Halil Hayrettin Paşa’nın himayesindeki Akhisar (Pamukova) ilçesinde yaşadığı ve büyük bir evliya olduğu rivayet edilir. Karaca Ahmet Sultan’ın ismindeki “Karaca” simgesini geyiklerle kurduğu insanüstü ilişkiler ve onlarla konuşması rivayet edilerek bu ismi aldığı ve bu gibi birçok kerameti olduğu yöre halkı tarafından anlatılmaktadır. Karaca Ahmet Sultan’ın gösterdiği kerametler üzerine Hayrettin Paşa himayesi altındaki Paşalar Köyü arazisini Karaca Ahmet Sultan’a vakf eder. Ayrıca türbe ile ilgili yazılı olan Sened-i Hakani belgelerinden de bu arazinin bir vakıf arazisi olduğu doğrulanmaktadır. Şu anda köy tüzel kişiliğine ait bir arazi üzerinde bulunan türbede Karaca Ahmet Sultan, eşi ve üç çocuğuna ait olmak üzere toplam beş adet mezar bulunmaktadır. 1925 yılında Tekke ve zaviyelerle ilgili kanunun çıkmasından sonra, türbeye ait örtülerin ve yazmaların nahiye müdürüne teslim edilir ve bu emanetlerin İzmit Müzesi’ne götürülür. Yine Karaca Ahmet Türbesi’nin içinde bulunan geyik boynuzlarının 20-25 yıl önce kaybolduğunu söylense de, Müze görevlileri tarafından tescil işleminin yapıldığı 1993 yılına ait çekilen fotoğraflarda geyik boynuzu açıkça görülmektedir.






Adapazarı Harmantepe Köyü’nün kuzeyinde kalan Harmantepe Kalesi küçük doğal bir tepecik üzerine kurulmuştur. Etrafı sulak ve bataklık alan iken her iki yanından daha sonra geçirilen kanallar sayesinde verimli tarım alanlarına dönüştürülmüştür. Kaleye ulaşabilmek için Küçük Söğütlü’den Akçakamış köyüne giden yoldan sol tarafa ayrılan tarla yoluna sapmak gerekir. Yağmurlu havalarda ulaşım biraz güç olmaktadır. Harmantepe Kalesi, Bizans’ın doğu sınırını korumak amacıyla XII. veya XIII. yüzyılda yapılmış, Sakarya Nehrinin batı yakası boyunca birbirini gören ileri karakol ve gözetleme kuleleri niteliği taşıyan savunma yapılarından biridir. Adapazarı, Harmantepe Köyü 2 pafta, 564 parsel üzerinde yer alan kale, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 18.04.1992/2404 sayılı kararı ile korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Aşağı Sakarya havzasında bulunan kaleler arasında günümüze en sağlam şekliyle ulaşabilmiş kalelerden biridir. Elips şeklinde yuvarlık planlı olan kale yöresel taşlarla yapılmıştır. Sur duvarlarının kalınlığı 2 m. yüksekliği 8-10 m. arasında değişmektedir. Ortalama 5 x 5 m. ebatlarında 6 adet burç bulunmaktadır. Burçların alt taraf iç kısmında, moloz taş ve kireç harçla yapılan dolgu malzemesi içerisine bağlantıyı sağlamak amacıyla ahşap kalasların ızgara biçiminde yerleştirildiği tespit edilmiştir. Zamanla bu kalasların çürümesi sonucu kalas yerleri yuvarlak delikler şeklinde görülmektedir. Burçların üst kısmında değişik yönlere bakan mazgal delikleri bulunmaktadır. Kalenin ana giriş kapısı güneyde olmak üzere farklı yönlerde ve değişik ebatlarda 5 adet yuvarlak kemerli girişi vardır. Kapıları içten kapatmaya yarayan ahşap sürgülerin sur duvarı içerisine doğru sürüldüğü delikler mevcuttur. Kapıların kemer kısımları burç ve sur duvarlarının bazı kısımları doğal tahribat sonucu yıkılmış olmakla beraber önemli bir bölümü korunmuş olan kale plan verebilecek durumdadır. Kale içerisi bitki ve ağaçlarla kaplıdır. Gerek mimarı gerekse taş işçiliği yönünden, bölgemizdeki diğer kalelerle benzer özellikler taşımaktadır. Bu nitelikleri ile Bizans dönemi yapısı olduğu anlaşılmaktadır.

Geyve’den Mekece’ye kadar uzanan Pamukova ve Geyve ovalarını adeta kuşbakışı gören Paşalar Kalesinin yapım tekniği ve sur duvarlarında kullanılan geç Roma dönemi mezar stelleri ile mimari parçaların devşirme malzeme olarak kullanılmış olması Bizans dönemi yapısı olduğunu göstermektedir. Kuzey ve Güney taraf sur duvarlarının farklı teknikte yapılmış olması Erken Bizans döneminde yapılan kalenin daha sonra tahrip olması sonucu Geç Bizans döneminde, yıkılan kısımların yeniden inşa edildiğini göstermektedir. Sakarya İli Pamukova İlçesi Paşalar Köyünün kuzey tarafında bulunan sarp bir tepe üzerine kurulmuştur. Önündeki ovaya hâkim konumda olan bu kaleye Paşalar Köyünden yokuş yukarı tırmanarak, bir saatlik yaya yolculuğu sonucu çıkılabileceği gibi, Karapınar-Kadıköy-Bakacak Köyleri istikametinde giden yoldan sola ayrılarak ormanlık ve taşlık bayırdan yaya yürüyüşle de ulaşılabilir. Kaletepe diye bilinen bu mevkinin coğrafi yapısına uygun olarak ana kaya üzerine oturtulan sur duvarları tepenin etrafını dairesel olarak çevrelemektedir. Surun 2/3’lük kısmı tamamen tahrip olmuştur. Kuzey ve kuzeybatı tarafta bulunan sur duvarları iri kesme taşlarla yapılmış, taş sıraları arasında tuğla sıraları mevcuttur. Bu duvar üzerinde bulunan Geç Roma dönemi mezar stelleri, sunak parçaları, sütun ve sütun kaideleri ile mimari parçalar devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Sağlam olarak günümüze ulaşabilen kısmın sur duvarı boyunca yaklaşık 9-10 m. aralıklarla yer alan üç adet üçgenimsi çıkıntı vardır. Bu çıkıntıların en kuzeyde bulunanı üzerinde içerisi beşgen şekilli odacık kalıntısı yer almakta olup, yan duvarlarının mimari yapısından üstünün tonoz veya kubbe ile kapatılmış olduğu anlaşılmaktadır. Güney taraftaki sur duvarları ise farklı yapıdadır. Dış yüzeyleri kabaca düzeltilmiş küçük boyutlu 7-8 sıra taş duvar üzerine tuğla sıraları ile örülmüş bir sur yapısına sahiptir. Güneybatı tarafta taş duvar üzerine tuğla ile inşa edilmiş yuvarlak kemerli giriş bulunmaktadır. Güney tarafa doğru doğal eğimi bulunan kale içerisinde yer yer mimari kalıntılar, kısmen tahrip olmuş tuğla ile yapılmış kemer ve tonozlar bulunmaktadır. Bu yapıların mahiyetini tespit edebilmek için kazı yapılması gerekmektedir. Kale içerisinde defineciler tarafından yapılan çok sayıda kaçak kazı çukuru mevcuttur. Gerek sur duvarlarında ve gerekse mimari kalıntılarda kaçak define avcılarının yapmış olduğu tahribat bir hayli büyüktür.